Thursday, May 18, 2006

Kütüphane

Sevdigim yazarlarin, kitaplara, sevdikleri, selamladiklari yazarlara, kütüphanelerine iliskin yazdiklari hep ilgimi cekmistir. Yillar önce Murathan Mungan’in, "Kitapligin Önünde" başlıklı yazısını çok severek okudugumu anımsıyorum.
Ben de ara sira, kitapligimin önünde durup kitaplara bakar, düsünürken, sevdigim kitaplarin sayfalarini karistirip, henüz oku(ya)madigim kitapların zamani gelmis mi acaba diye bir irdeleme yaparken, hiç degilse alti ayda bir, ya da yilda bir kez olsun, Mungan’in o yazisini acar yeniden göz gezdiririm.

Enis Batur’un Kütüphane adli kitabi yayinlaninca almamak olmazdi.

".....Süphesiz bana deneyimlerimin sagladigi bir sigorta bilgisi var; nereye gidersem gideyim, kitapcilarin ya da kütüphanelerin bulvarlari, evden bulundugum yere uzanan sokaklarla kesisecek, biri nasilsa öbürüne cikacak. Beni yatistirmak icin, kitaplara zihnimden dokunma durumunun dogmasi yeterli: Onlari elime alamasam, sayfalarini karistirmasam da olur. Isigi yanan bir pencerenin yanindaki duvara kurulmus raflar rahatlatir icimi: Yabanci bir kentte, geceyarisi sessiz, arasokaklarda yürürken karsima cikacak bu görüntü, kabileden birinin yanindan gectigim bilgisi, gövdemin isisini korumasina yeter."

Kütüphane(Bir Baska-Labirent Öyküsü), Sel yayincilik, 2005

Monday, May 08, 2006

Koku

Kokuyla tasvir eder, kokuyla animsariz.
Yasadigimiz yerler, anilarimizda kalan kokularla birlikte yer eder bellegimizde.
Almanya deyince yeni bicilmis cim kokusu, Mersin'i düsününce iyot kokusu geliyor aklima, bir de mis kokulu portakal çiçekleri.

Cezayir deyince de kahve.
Bu ülkenin toplumsal yasaminda kahvenin cok önemli bir yeri var.
Cezayirliler, güne Fransizlar gibi kruvasan yiyip kahve icerek basliyorlar.
Burada, bizim ayak üstü bir şeyler yiyip içtiğimiz büfelere benzer kahveler var.
Yalnizca erkeklerin gittiği bu yerlerde , biraz da sokaga tasarak sohbet edip kahvelerini yudumluyorlar.

2004’te buraya ilk geldigimizde, alt katta, balkonunda kahve icen komsudan yükselen kokunun etkisiyle, cok da tiryakisi olmadigimiz halde, bir sabah meydandaki kahvenin yolunu tutmustuk.
Ben bir bankta oturup beklerken, Soner karsidaki kahveden iki bardak kahve alip gelmisti. Likor bardağına benzer küçük bardaklarda icilen bu kahve espressoya benziyor ve oldukca koyu.

Simdi bu yeni evde de, her sabah komsularin pencerelerinden süzülüp bize misafir olan kahve kokusu düsündürdü bana bunlari.
Hafizami yokluyorum da, onca yil yasadigim Istanbul'dan belli bir koku kalmamis bana sanirim. Belki bir tek Emirgan’daki ihlamurlar, temmuz ayinda ciceklenen agaclarin baygin kokusu.